Bilişim Girişimciliğinde Türkiye’nin notu zayıf

Shield Wealth Management, LLC’nin kurucu CEO’su Buğra Bakan’ın “Türkiye’de ve Dünyada Bilişim Girişimciliği” hakkında açıklamalarda bulundu.

Bilişim Girişimciliğinde Türkiye’nin notu zayıf

Küreselleşmenin ve teknolojik gelişmelerin baş döndürücü hızına yetişebilen ve bu değişimin itici gücü olabilen ülkeler, hem zenginlik pastasından aldıkları payı arttırıyorlar hem de bu trendi besleyen sektörlerde çalışan sınıfların bu pastanın kaymağını yemesine olanak sağlıyorlar.

Ülkeler rekabetçi ortamda, birbirlerinin ganimetlerine at sırtında değil, internet ortamında talip oluyorlar. Bu ortamın kuşkusuz kazananı, teknolojik üstünlüğü ekonomik kazanca çevirme becerisi olan toplumlar olurken, bilişim girişimciliği kavramı öne çıkıyor. Apple şirketinin tek başına piyasa değerinin, İstanbul borsasında işlem gören şirketlerin tamamının piyasa değerinin toplamından fazla olmasının sırrı burada yatıyor.

Ucuz işçilik Türkiye için önemini hızla yitirecek

Şu çıkarımı yapmak mümkün; ekonomik olarak öne çıkan ülkelerin ya işçilik maliyetleri düşük, (Çin, Malezya, Endonezya)  ya yeraltı kaynaklarına sahipler (Orta Doğu ülkeleri, Norveç, Güney Afrika) ya da teknolojik katma değer yaratabiliyorlar (ABD, Almanya, Japonya). Peki, Türkiye’nin rekabet avantajı hangi alanlarda? Geçmiş dönemlerde ucuz işçilik özellikle Avrupa’lı üretimcilerin iştahını kabartan bir olguydu. Bugün hem Asya’da hem Afrika’da daha ucuz üretim alanları mevcut. Buna bir de her geçen yıl robotların üretim hattında insanların yerini aldıkları gerçeğini eklersek, Boeing gibi firmaların üretimlerini, ABD gibi robot teknolojisinin ileride olduğu bölgere yönlendirmesinin sebebini daha iyi kavrar, ucuz işçiligin Türkiye için önemini hızla yitireceğini öngörebiliriz.

Türkiye’nin doğal kaynaklar konusunda da çok avantajlı olduğunu söyleyemeyiz. Özellikle gelecekte alternatif enerji kaynaklarının ve nükleer santrallerin öne çikabileceğini hesaba katarsak, sürdürülebilirliği de olmayan bu yolun Türkiye için çekiciliği olmadığını görebiliriz.

Gelişmiş ülkeler tüm dikkatlerini inovasyona vermiş durumda

Buna benzer sebeplerle gelişmiş ülkeler tüm dikkatlerini inovasyona, teknolojik gelişmeye vermiş durumdalar. Eğitim sistemlerini bu yönde geliştirip değiştirirken, dünyanın her yerinden mühendisleri ülkelerine çekmenin yollarını arıyorlar. Konu bilişim girişimciliği olduğunda öne çıkan bir bölge, herkesin dikkatini üzerinde topluyor;  Silikon Vadisi, Kaliforniya.

San Francisco kentinin güneyinde, aslında daha çok bir düzlük hissi veren, vadi ismini iki tarafındaki tepelerden alan bu bölge, San Francisco genelini de eklersek, Apple, Google, Yahoo, Oracle, Cisco, Facebook, Twitter, Salesforce, Intel, HP gibi şirketlere ev sahipliği yapıyor. Bu şirketlerin yıllık satış rakamları toplandığında, Türkiye’nin ekonomisini aşıyor. Peki, bu bölgenin özelliği nedir, niçin Almanya, İngiltere, Japonya gibi ülkeler dahi bu başarıyı yakalayamıyorlar? Bunun cevabı birçok unsurda gizli, ama “kültür” diye özetleyebiliriz ve bu sebeple tekrarlaması o kadar da kolay değil.

Girişimci ruhu destekleyen bir kültüre sahip olmaktan oldukça uzağız

Yukarıda ismi geçen gelişmiş ülkeler dahi, Kaliforniya’nın değişik kültürlere saygı, farklı yaşam tarzlarını kabullenme kültürüyle rekabet edemiyorlar. Dünyanın neresinden, hangi yaşam tarzını benimsemiş olursanız olun, burada kimsenin sizi yargılaması ya da küçümsemesi söz konusu olamıyor. Apple CEO’su Tim Cook, kısa bir süre önce homoseksüel olmaktan gurur duyduğunu ifade eden bir açıklama yaptı. Bu örneğin Türkiye’deki firmalarda tekrarlandığını düşünebiliyor musunuz? Aynı zamanda Kaliforniya kulturu, atılım yapan, sınırları zorlayan, yenilikleri kovalayan girişimcileri, başarısız olsalar dahi destekleyip, başarının birden fazla deneme yanılmada sonra gelebileceği gerçeğini özümsemiş. Bir de bütün bunlara bilgi paylaşımı ve yardımlaşma alışkanlığı eklendiği zaman, dünyanın her yerinden yatırımcılar burada başlatılan firmalara para akıtıyorlar.

Sonuç; risk almayı, yatırımcıyı destekleyen bir kültür, özgürce düşünmeye ve yaşamaya alışmış girişimciler, bilgi ve para akışı bir araya geldiği zaman, dünyanın en büyük tüketim ekonomisinde ürettikleri mal ya da hizmeti test etme imkânı buluyorlar. Bu denemelerden çok azı başarıya ulaşma şansını bulsa da, bu başarı milyarlarca dolar ile ödüllendiriliyor ve yeni girişimcilerin iştahını kabartıyor.

Türkiye’nin bu konuda notu, lafı gevelemeden söyleyelim, düşük. ODTÜ Tekno Park ya da üniversitelerin girişimcilik bölümleri biraz heyecan yaratıyor ve eskisiyle karşılaştırıldığnda bir artı, ama buna karşı özgürce düşünen ve yaşayan bir toplum olmaktan, bilgi ve para akışının serbestçe yapılabildiğini iddia edebilmekten, farklı yaşam tarzlarına hoşgörü ile yaklaşmaktan ve en önemlisi risk alan girişimci ruhu destekleyen bir kültüre sahip olmaktan oldukça uzağız. Bundan daha da kaygı verici olan, bu konulardaki geriye gidiş. İnsanların ne giydiklerine, nerede ve nasıl yaşadıklarından ziyade, ne ürettiklerine bakıp, bunun rekabetçi ortamda alıcısı olduğu ölçüde bir değerlendirme yapılması gerekirken, toplumun dikkati çok farklı alanlara çekiliyor.

Doğru adımlar atmak için hala çok geç değil

Çok değil önümüzdeki 10 sene içinde, yollarımızda sürücüsüz otomobiller, gözlerimizle yönettiğimiz bilgisayarlar, sağlık bilgilerimizi takip eden lens ya da saatler ile yaşıyor olacağız. Böyle bir dünyaya Türkiye hangi mal ya da servisini satıyor olacak? Bu, Türkiye’de yaşayan insanların geleceği için herkesin cevap aramaya çalışması gerekli çok kritik bir soru. Fakat iyi haber, doğru adımlar atmak için hala çok geç değil.