Yaşamın gerçek kökeni

Canlılığın en temel birimi olan hücrenin sadece ışın mikroskobu ile incelenebildiği 19. yüzyılda, bilim adamları hücreyi, kara bir leke gibi görüyorlardı. Kimi ise hücrenin içi sıvı dolu bir plazma olduğunu, kimi de jöle benzeri bir madde olduğunu sanıyordu. O dönemde kullanılan ve günümüz imkanları ile kıyaslandığında oldukça ilkel bir alet sayılan ışın mikroskobunda gördükleri görüntüden dolayı hücreyi çok basit bir madde zanneden 19. yüzyıl bilim adamları, hücrenin tesadüfen ve kendiliğinden oluştuğunu iddia eden bir teori ortaya atıldığında bu teoriyi hemen kabul ettiler. 1859 yılında Türlerin Kökeni isimli kitabıyla evrim teorisini ortaya atan Charles Darwin, canlılığın ilkel dünya şartlarında kendiliğinden ve tesadüfen oluşan basit bir hücreden evrimleşerek geliştiğini iddia etti. Bu iddiaya göre, şuursuz ve cansız atomlar kör tesadüfler sonucunda biraraya gelerek, kusursuz bir tasarıma ve canlılık için gereken tüm özelliklere sahip hücreyi oluşturmuşlardı. Aynı kör tesadüfler bu ilk hücreyi nasıl olduysa evrimleştirmiş ve zaman içinde bilgisayar mühendislerini, profesörleri, sanatçıları, dahileri meydana getirmişlerdi. Hücrenin ve içerdiği maddelerin ne kadar kompleks, ayrıntılı ve üstün bir tasarıma sahip olduğundan habersiz olan bilim adamlarının birçoğu, bu kadar mantıksız ve cahilce iddialar içeren evrim teorisine körü körüne inandılar. Çünkü bu teori bir yandan da 19. yüzyılda güçlenen materyalist düşünceye, bir Yaratıcı'nın varlığını inkar ederek ve ortaya "tesadüf teorisi"ni atarak önemli bir destek sağlıyordu. Ne var ki, 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısından sonra hızla gelişen bilim ve teknoloji, evrim teorisinin bilimsel gerçeklerle taban tabana zıt, hiçbir geçerliliği ve bilimsel delili olmayan, hayali bir senaryodan veya ilkçağ mitolojilerini andıran bir aldatmaca olduğunun anlaşılmasına neden oldu. Ancak materyalist düşüncelerine ve bir Yaratıcı'nın varlığını inkarlarına destek olan bu teoriden kopamayan bazı bilim adamları, büyük bir tutuculuk ve bağlılıkla evrim teorisini savunmaya ve hayatın kökenini açıklayan tek bilimsel gerçekmiş gibi insanlara telkinde bulunmaya devam ettiler. Her bir protein molekülündeki kusursuz tasarım, her birinin son derece kompleks yapısı, protein üretiminde kullanılan olağanüstü organize ve mükemmel yöntem, proteinlerin aralarındaki görev dağılımı ve her birinin birbirinden farklı yapılarının görevleri ile kusursuz uyumu, canlılığın en küçük parçalarının dahi tesadüfen oluşamayacak kadar üstün bir yaratılışa sahip olduklarını göstermektedir. Tüm evrende, en küçük bir protein molekülünü oluşturan parçalardan en büyük galaksilere kadar, herşey üstün bir yaratışın, sonsuz bir aklın ve gücün eseridir. Tüm bu eserlerin sahibi ise hepimizi yoktan vareden Yüce Rabbimiz'dir. Eğitimli ve zeki olmalarına rağmen bazı insanların bu kadar açık bir gerçeği anlamazdan gelerek, inkar etmeleri ise apayrı bir mucizedir. Kuran'da böyle insanlara şöyle seslenilmektedir: Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 28-29)